Rıdvan Şahin 3. Öykü Yarışması Birincisi

-Bayım, tabloma bakmak ister misiniz? Sadece bir dilim ekmek fiyatına. Para vermek istemezseniz bayatlamış ekmeklerinizle değiş tokuş da edebiliriz. Bayım…

Hay aksi… Bugün de işler pek iyi gitmeyecek anlaşılan. Pes etme Suma. Cakarta’nın sana ihtiyacı var. Bu bereketli toprakların daha ölmediğine dair inancını koru. İnsanın yalnızlığını ve çaresizliğini ancak ve ancak bu topraktan yeşerecek ağaçların, özgürce uçan kuşların, capcanlı renklerin, şırıl şırıl akan derelerin ve bunları tuvaline, notalarına, kâğıdına yansıtacak yetenekli beyinlerin silebileceğini çok iyi biliyorsun Suma. Sen Cakarta’nın kurtuluşusun. 

İşte biri daha:

-Bayım ister misiniz? Sadece bir dilim ekmek fiyatına. Yanınızda para yoksa hiç sorun değil. Pekâlâ, açlık çekmemek için yanınızda taşıdığınız bir dilim ekmekle de takas edebilirsiniz. Bayım…

Bu da gitti. Pes etme Suma. Çalış ve doğaya inan. Tabiat Ana’nın elmaya, muza, portakala, Hindistan cevizine nasıl da can kattığını düşün ve şu tablona bir daha bak Suma. Renklerin ne kadar canlı olduğunu görüyor musun? Şu şeftaliyi, üzümü nasıl da gerçekmişçesine resmettiğini görüyor musun? Yeteneğinle gurur duy Suma. Cakarta, senin gibilerin omuzlarında yükselecek yeniden. Yeşili yeniden keşfedecek insanlar ve yağmurlar yeniden yağacak o zaman. Oturduğun şu kaldırımın grisi yok olacak. Silinecek korku ve nefret. Kaynaşacak yeniden insanlık. Doğa, kendi sanatını insanlara sunacak yeniden. Taze fesleğen kokularının şehrine dönüşecek Cakarta. Melodiler en güzel şiirlere karışacak, renkler taze baharların habercisi olacak. Toprak doyuracak tüm insanlığı ve sevgi yeşerecek dört bir tarafta. Yağmurun sesini duyuyor musun Suma? Yağmur berekettir. Evsizin evi, açın yemeği, işsizin işi, müzisyenin notası, ressamın deseni, yazarın kalemi, heykeltıraşın mermeri… Yağmur yine yağacak bu bereketli topraklara. Gri kaybolacak ve Cakarta’ya sanat geri gelecek Suma. Sevgi geri gelecek. Aşk geri gelecek. İnsanlık özüne dönecek. Cakarta özüne dönecek. Tabiat ana armağanlarıyla zenginleştirecek her köşeyi.

İşte yeni biri:

-Güzel hanımefendi almaz mıydınız? Sadece bir dilim ekmek fiyatına.

-Sizi bir yerden gözüm ısırıyor sanki. Geçtiğimiz gün de mi buradaydınız siz?

-Hanımefendi ben üç yıldır Cakarta’nın her yerindeyim. Burada olmasa başka bir yerde mutlaka karşılaşmışızdır. Takdir edersiniz ki sanatımı bir yere bağlı kalarak icra edemiyorum. Biz sanatçılar hayallerden besleniyoruz daima ve farklı yerler, farklı kaldırımlar, farklı sokaklar arıyoruz her fırsatta. Aslında biliyor musunuz Cakarta ile de sınırlı değil hayallerim. Tüm dünyayı dolaşsam kim bilir ne kadar genişler bakış açım, ne kadar çeşitlenir eserlerim. Sanatım ne kadar yücelir ve insanlığa ne muhteşem hediyeler verebilirim, kim bilir?

-Evet, belki de başka bir yerde görmüşümdür sizi. Bu ne harika bir tablo böyle! Bir dilim ekmek fiyatına mı demiştiniz? Delirdiniz mi siz? Bu muhteşemliğin değeri bu kadar olabilir mi?

-Beni mahcup ediyorsunuz hanımefendi. Derdim fazlasına sahip olmak değildir ama sanatıma hak ettiği değeri veren sizin gibi şahsiyetlere ne kadar teşekkür etsem az. Çok isterdim sanatımın bir dilim ekmeğin üzerinde değerlere alıcı bulmasını; ama ne yazık ki Cakarta’da toplasanız sizin gibi 10-20 kişi ancak çıkar bu miktarları sanatıma layık gören. Sakın yanlış anlamayınız. Bir dilim ekmeği küçümsemek değildir amacım. Haddim değil on binlerce insan o bir dilim ekmeği dahi bulamazken bir dilim ekmeği küçümsemek. Kaldı ki ben de o insanlardan biriyim. Ancak toprak hepimize bir dilimden çok daha fazlasını verecek kadar bereketli ve Tabiat Ana binlerce dilimi önümüze sunacak kadar cömertken nasıl olur da üzülmem insanların haline? Cakarta bugünleri hak ediyor muydu? Dünya bugünleri hak ediyor muydu? Neyse ki kavga ve nefret sanatımı icra etmeme hiçbir zaman engel olamadı ve olamayacak. Son nefesime kadar, Tabiat Ana’nın kollarına dönene kadar gri bir dünyayı renklendirmek için kullanacağım bütün benliğimi. Bir gün parmaklarım tutmaz, kollarım kalkmazsa bir çiçeği çizmek için; susarsa dilim ve ifade edemezsem artık düşüncelerimi, sadece atan kalbim kalmışsa benliğime ait, emin olun hanımefendi, kalbimle anlatacağım toprağa olan özlemimi, kalbimle anlatacağım sanatın bütün dünyayı kurtaracağını ve inanmış ruhumla bekleyeceğim mutlu Cakarta’ya kavuşacağım o anı. İnanın hanımefendi, Suma asla varoluş mücadelesini bırakmayacak. Suma, Cakarta’nın geleceği olacak.

-Sözleriniz beni çok etkiledi… Su…

-Suma…

-Suma, doğru. Sözleriniz beni çok etkiledi Suma. Bir yerde benim gözümü açtınız adeta. Cakarta’nın bugünkü halini zaman zaman düşünüp umutsuzluğa kapılıyordum aslında ama takdir edersiniz ki unutkan bir varlığım ben. Unutkan olmamam gerektiğini hele de söz konusu doğduğum, büyüdüğüm topraklarsa çok iyi biliyorum ama hayatın içinde bencillikle toplumsal duyarlılık arasında gidip geliyorum sürekli ve itiraf etmeliyim ki kendime bir türlü söz veremiyorum her zaman duyarlı kalacağıma dair. Sizinle konuşurken içimde oluşan bir şeyler yapma, var olan düzeni değiştirme isteği; akşam sevdiklerimle yemek yerken bir anda anlamsızlaşacak ve kendimi yeniden umursamazlığın derinliklerinde bulacağım diye çok korkuyorum. Yine de gerçekleri itiraf etmek zorundayım kendime. Suma, tablo için şu parayı kabul edin. Hem tabloya hem de sözlerinize âşık oldum ben. Lütfen geçici bir süre için de olsa vicdanımı rahatlatmama izin verin. Unutmadan… Size yardım edebilecek bir tanıdığım geldi aklıma (çantasına yönelir). Şurada kendisinin adresinin yazılı olduğu bir kart olacaktı. Evet, buldum. Bunu da alın lütfen. Kim bilir belki Cakarta’nın başka bir köşesinde sizinle tekrar karşılaşırız. Hoşça kalın.

-Bu ne büyük bir lütuf! Teşekkürler hanımefendi. Binlerce kez teşekkürler. Teşekkürler sanatıma layık gördüğünüz değer için. Sanatçıya hak ettiği değeri veren sizin gibi kaç kişi var ki Cakarta’da? Durmayın gidin hemen. Bu iyi kalbinizi bir değil binlerce sıcak yüreğe açmanız gerekir. Durmayın, gidin ve şunu iyi bilin ki Cakarta’ya dair umudum arttı bugün. Artık yüzümde daha büyük bir gülümseme olacak. İnsanlara sanatımı bir dilim ekmek karşılığında sunarken sizin gibi onlarcasını bekleyeceğim hanımefendi. Sadece sizin gibi koca yüreklerin olduğu bir Cakarta’yı birlikte yaratacağız biliyorum.

Yağmurlar yağacak Cakarta’da Suma. Bereket geri gelecek. Topraklar yeşerecek. Ağaçlar büyüyecek. Bahar gelecek ve dalından düşecek en güzel meyveler. Bir resme dönüşecek tüm güzellikler senin ellerinde. Umudunu kaybetme Suma. Tabiat Ana, teşekkürler. Cakarta, teşekkürler. Doğduğum topraklar, teşekkürler. İhtiyacım vardı içimdeki umudu canlı kanlı başkalarında da görebilmeye. İhtiyacım vardı sanatıma can katacak başka seslere. Yarın ilk iş bu adrese götürüyorum sanatımı yepyeni bir umutla. Şükürler olsun.

Ertesi Gün…

-Kimse var mı?

-(Çadırından yavaşça çıkar) Suma, sen misin? Bu ne güzel bir sürpriz!

-Gine… Bu gizemli adreste oturan sen miydin, sevgili arkadaşım? Çok zarif bir hanımefendiden aldım senin adresini. Bana bu adreste oturan kişinin yardım edebileceğini söyledi. İşe bak ki o yardımsever, yıllardır görmediğim arkadaşım Gine çıktı. Bu arada bak sana bu tabloyu getirdim.

-Sanırım bu Madam Musi’nin işi. Ne iyi etti de bizi buluşturdu görüyor musun? Şu tablonun güzelliğine bak. Ağaçların arasından nehre doğru zıplayan bir sincap öyle mi? Şurada yağmur suyu birikintisi mi var? Tabiat Ana aşkına ne güzel bir tablo bu böyle Suma. Umudumuz hiç tükenmesin arkadaşım.

-Ah Gine; yağmayan yağmurun hayallerimde ormanlarla nasıl fısıldaştığını, sincaplarla, kertenkelelerle dertleştiğini; arıların bir çiçekten diğerine aşk mektuplarını nasıl büyük bir heyecanla götürdüğünü bir bilsen. Ah keşke sanatım hayallerimin büyüklüğüne yetişebilseydi ama ne mümkün.

-Suma sen büyük bir ressamsın. Cakarta’nın hafızasını canlı tutan bir yaşam kaynağısın adeta. Ayrıca itiraf edeyim biz sanatçı ailesinin de sen olmasan işi zor. Bu şartlarda umudun olmadan, sana umut veren bir dostun olmadan yaşamak kolay değil.

-Sağ ol Gine. Heyecandan hanımefendinin ismini bile sormayı unuttum dün. Madam Musi dedin değil mi? Beni niye sana yolladı peki?

– Gel şöyle otur arkadaşım. Çay yapayım da beraber içerken konuşuruz her şeyi.

-Çay mı? Çayın mı var? Bu ne güzel bir haber Gine! Cakarta’da çay tükendikten sonra çok istedim komşu ülkelerden çay getirse birileri de içsek diye ama malum başımızdaki yönetim dışarıya çıkışları kapadı. Hakikaten sen nereden buldun çayı yahu?

-Neyse dayanamayacağım çayı sonra da demlerim. Sana pek güzel haberlerim var Suma.

-E hadi, meraklandırma arkadaşını.

-Çayı bana Ceram getirdi.

-A öyle mi? Ne kadar güzel. Ceram çok iyi kızdır, çok severim. Barat’la birlikteler değil mi hala?

-Evet, Barat’la birlikteler ve esas güzel haber Ceram ve Barat bir dernek kurdular.

-Dernek mi? Ne derneği?

-Sanatçıya Destek Olma Derneği.

-Ciddi misin? Görüyor musun tablolarla uğraşmaktan böyle gelişmelerden haberdar olamıyorum. E nedir şimdi bu dernek? Detayları anlatsana.

-Şimdi Suma, biliyorsun ki Cakarta yağmurlar kesildiğinden, şehrin her yanı griye boyandığından ve sanatçılar hükümet tarafından ikinci sınıf vatandaş ilan edildiğinden bu yana zar zor geçiniyoruz.

-Bilmez miyim? Durumumuz ortada.

-İşte ben de bir gün Ceram ve Barat’ın yaşadığı batı tarafına doğru gitmiştim. Orada iki dostumuzla uzun uzun sohbet ettik. Sanatçıların durumunu, Cakarta insanlarının duyarsızlığını ve iktidarın baskıcı anlayışını uzun uzun masaya yatırdık.

-Ne kadar iyi etmişsiniz. Böyle fikri sohbetlere çokça ihtiyaç var.

-Aynen öyle Suma. Bu sohbette Ceram ve Barat bir fikir ortaya attılar. Dediler ki sanatçıların bu kötü durumuna karşı yine biz sanatçılar mutlaka bir adım atmalı, dostlarımızın yaralarını sarmaya çalışmalıyız. Nitekim o sohbet döndü dolaştı yararlı bir derneğe dönüştü.

-E peki nasıl kuruldu bu dernek? Devlet makamları izin verir mi böyle bir derneğe?

-Vermedi zaten. Derneğin resmiyetteki adı Tarihi Fotoğraflar Derneği.

-Tarihi Fotoğraflar Derneği mi?

-Evet, Cakarta’nın dört bir köşesindeki geçmişten günümüze çekilmiş fotoğrafları toplayan bir dernek.

-E, ne yapıyorlar toplayıp?

-Şimdi hükümet bu fotoğrafların büyük bölümü renkli olduğu için ayrıca bir kısmı da yağmurun yağışını, doğanın güzelliklerini ve bereketini gösterdiği için halktan bu fotoğrafları kaçırmak istiyor.

-Onlardan da bu beklenirdi zaten.

-Evet, haliyle bu derneği hükümet pek bir sevdi. Fotoğraflar toplanıp sakıncalı görülenler imha ediliyor dernek tarafından. Hükümet de haliyle derneğe büyük destekler veriyor.

-Anladım da arkadaşlarımız bu fotoğrafların imha edilmesine neden ön ayak oldular ki? Bu hiç hoşuma gitmedi benim.

-Dur şimdi işin güzel kısmı burada. Timor’u tanıyorsun değil mi?

-Tanımaz mıyım? Az fotoğrafımı çekmedi zamanında.

-Timor’un güney Cakarta’da küçük bir fotoğraf atölyesi var. Orada fotoğraf çekip karın tokluğuna yaşamını sürdürüyor. İşte bizim Ceram ve Barat da topladıkları fotoğrafları önce buraya getiriyorlar. Timor da bunları çoğaltıyor. Sonra da Ceram ve Barat bu kopyaları derneğe götürüp aslında bu kopyaları imha ediyorlar.

-E, hükümet denetlemiyor mu bu derneği, fotoğraf dükkânını? Benim yerleşik bir yerim yok, ona rağmen bütün tablolarımı denetliyorlar. Sana getirdiğim tablodaki yağmur suyu birikintisini polisler görmesin diye ne uğraşlar verdim biliyor musun sen?

-Denetliyor tabi denetlemez olur mu? O nedenle fotoğrafların asıllarını yer altında güvenilir bir mahzende saklıyor Timor. Dernekte imha edilen fotoğrafların da aslından ayırt edilmesi pek mümkün değil. Zaten hükümetin denetçileri ne anlasın fotoğraftan, müzikten, resimden, tiyatrodan… Değil mi ama?

-E hadi diyelim bu şapşallar anlamadı. Fotoğrafı çoğaltmanın maliyeti var. Onu nasıl karşılıyor Timor?

-Şimdi fotoğrafı çoğaltmanın maliyeti 1 rupi. Devletin imha edilen fotoğraf başına derneğe yaptığı yardım 3 rupi. Etti mi fotoğraf başına 2 rupi ekstra kaynak. İşte onlarla da derneğin esas işlevi ortaya çıkıyor. Bu kaynak yardımıyla dernek -tabi çok gizli olmak kaydıyla- hepimize ufak ufak yardımlar yapıyor.

-Gine dediklerin kafama yattı gibi de… Bir fotoğraf için hem de iki sanatçının kurduğu bu derneğe neden 3 rupi versin devlet?

-Ah benim gezgin arkadaşım olaylardan hiç haberin yok tabi. Bundan 6 ay önce Cakarta’nın merkezindeki bir mahallede büyük bir isyan çıktı. Orada gizlice halka satılan bazı fotoğraflarda inanılmaz doğa manzaralarını; Cakarta’nın eski yağmuru bol, doğası zengin, sanatı bereketinden gelen yapısını gören ve çok etkilenen gençler büyük bir isyan hareketi başlattılar. Devlet bu isyanla önce kolayca baş edeceğini düşündü ama nafile. İnsanlar eskiden yemyeşil olan bu çorak toprakların üzerine çadırlarını kurup günlerce hükümeti protesto ettiler. Bir fotoğraf olayının bu kadar büyümesiyle hükümet de fotoğraf meselesine eğilmeye karar verdi. Sonra işte böyle bir dernek kurmak için gönüllüler arıyoruz diye ilan verdiler. Ceram ve Barat da tüm riskleri göze alıp gönüllü olarak devlet destekli bu derneği kurdular.

-Yahu inanılmaz. Resmen devlet, sanatçılara farkında olmadan yardım ediyor desene. Helal olsun Ceram ve Barat’a.

-Aslında önce fotoğrafı yasaklayacaktı hükümet ama bunu yapmaları halinde diğer sanat eserlerini yasaklama ve sonunda da sanatı tamamen yasaklama konusu gündeme gelecekti. Biliyorsun sanatçıları ikinci sınıf vatandaş ilan eden yasanın ek maddelerine “ama sanatlarını devletin denetiminde yapmayı sürdürebilirler” diye bir ibare eklenmişti. Şimdi bu yasaya göre elleri bağlı. Yasayı değiştirmeye kalksalar hem mecliste muhalefet ile bir ton görüşme lazım hem de yine isyan çıkmasından korkuyorlar. Seçim yılına da girdik. Haliyle bu dernek onlar için tek çıkar yol. Yalnız tabi arkadaşlarımız sanatçı oldukları için en ufak hatalarını yakalarlarsa gözlerinin yaşına bakmazlar ben ondan endişeleniyorum.

-Değil mi Gine? Ne büyük fedakârlık Ceram ve Barat’ın yaptığı. Keza Timor’un da öyle. Peki, son bir soru Madam Musi’nin bu dernekle ne ilgisi var?

-Aslında dernekle ilgisi yok. Madam Musi bizim sanat dostlarımızdan biri. Ben zamanında ona bir şiirimi sunduğumda bu işten de bahsetmiştim. O da kendine sanatçıları derneğimize yönlendirmek gibi bir görev edindi. O çok iyi yürekli biri ama hep kendisine kızıyor. Yeterince duyarlı olmadığından yakınıyor. Bence kendisine haksızlık ediyor.

-Hem de nasıl. Onun gibi kaç kişi kaldı ki Cakarta’da? Vay be, zenginliği gözünü kör etmemiş, iç güzelliği yüzüne yansımış bir yardım sever demek kendisi.

-Aynen öyle.

-Aklıma takılan her şeyi sordum. Artık ben de bu derneğin çatısı altında yer almak için sabırsızlanıyorum.

-Tabi tabi, sen hiç merak etme. Birlikte güzel işler yapacağız. Yalnız işte şöyle bir sorunumuz var: Bu dernek işi üzerinden hakkımızı yiyen hükümete güzel bir ders vermiş gibi oluyoruz iyi güzel de bu çabamız ne çevreyi kurtarmaya, yağmurları yeniden yağdırmaya yetiyor ne sanata ilgi duyan bir toplum yaratabiliyoruz ne de ülkenin her yerindeki renklerin silinmesinin ve grileştirilmesinin önüne geçebiliyoruz.

-Hiç sorma Gine. Bizim daha uzun soluklu bir adım atmaya ihtiyacımız var. İnsanları kendine getirecek; Cakarta’nın o renkli, bol yağmurlu, tabiat ananın bereketiyle dolan günlerini geri getirmeye ihtiyacımız var.

-Öyle de ne doğamız kaldı ne sanatımız. Elimizden aldılar ikisini de. Duyarlı insanlarımızı da uyuşturdular. İnsanlık kavga ve nefrete mahkûm oldu. Yozlaştık. Sırf hükümet işi de değil bu. İnsani olarak benliğimizi kaybettik. Yalnızlaştık. Her şeyi yanlış anladığımız gibi zenginleşmeyi de yanlış anladık. Özgür ruhumuz hırslarımızın altında ezildi, insanlığımız adeta ilkel bir çöplüğe dönüştü. Tabiat Ana’ya inanan toplumsal ruhumuz kendisini güce sattı, paraya tapındı. Nasıl bu noktaya geldik Suma? Cakarta bunları hak etti mi? Dünya bunları hak etti mi? İnsanlık bunları hak etti mi? Suma, ağlıyor musun sen?

-Öyle duygulandım ki arkadaşım; ama güçlü kalacağım. Daha dün ne Madam Musi diye birinden ne de bu dernekten haberim vardı. Ona rağmen içimdeki inancı hiç kaybetmemiştim. Şimdi güzel insanların yaptıklarını işittikten sonra içimde yeşeren umut ışığını bir çırpıda nasıl söndürebilirim?

-Doğru söylüyorsun Suma, başaracağız. Cakarta’nın bize ihtiyacı var sevgili dostum. Cakarta’yı yeniden barışın ve dostluğun; sanatın ve kardeşliğin başkenti yapacağız. Güzel günler göreceğiz, Suma.

-O zaman yaşasın Cakarta’nın umutlu insanları! Yaşasın Tabiat Ana’nın bize bahşettiği renkler! Yaşasın doğumun ve ölümün ortasında yeşeren kardeşliğimiz!

-Yaşasın benim koca yürekli dostum! (Gülüşürler) Çay?

-Ne duruyorsun Gine? Koy da içelim!

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.